D&R fiyat adeletsizliği

Yeni kitap almayı da, okumayı da seven bir okur olarak; D&R gibi mağazaları girip gezmek ufak bir mutluluk sağlıyor. Sanki orada yıllardır aradığım “o” kitabı bulacakmışım gibi bir his içimi kaplıyor. Genellikle plansız şekilde girip, beğendiğim kitabı alıp çıkıyorum.

Peki ya sonra…

Eve dönünce içinizde bir kazıklanmış hissi oluşuyor. İster istemez, google’da bir arama ihtiyacı duyuyorsunuz ve sonuç malesef tam düşündüğünüz gibi çıkıyor. Aynı kitapları internetten yarı fiyatına satın alabiliyorsunuz. Evet evet, öyle 3-5 TL değil, kitap başına 10 TL hatta aldığınız kitabın fiyatına göre 20 TL fark oluşuyor. Üstelik D&R bunu kendi sitesi üzerinden de yapıyor. Aldığınız bir kitabın D&R mağaza fiyatı 25 TL iken, siteden 14 TL’ye satın alabiliyorsunuz.

Hemen hemen tüm alışveriş merkezlerinde bir adet D&R yer alıyor. Kısaca kitaba direk ulaşmak istiyorsanız, buralara gidiyorsunuz. Öyle sokak aralarında ya da merkezi yerlerde kolay kolay kitapçı bulamazsınız. Peki kitabı o an isteyen ya da benim gibi gezerek, görerek hatta dokunarak kitap almayı sevenler ne yapacaklar? Sürekli olarak fiyat anlamında kazıklanıp, güzel kitap ama biraz pahalı demek zorunda mıyız? Ya da oradan beğenip, internetten sipariş verip, kargo bugün ya da yarın gelir diye düşünmek zorunda mıyız?

Bu ülke en çok insanlar okumadığı, insanlar sorgulamadığı için geri kalıyor. Ancak okumak isteyenler için bile hiç bir kolaylığın olmadığı bir ülkede yaşıyoruz. Belki maddi anlamda yazarların çok işine gelmeyebilir ama devlet destekli kitap merkezleri kurulsa ve buralardan kitap kiralanabilse güzel olmaz mı? Şimdi hemen kütüphane diyenleriniz olacaktır ama kimsenin okumadığı ya da ilginizi çekmeyen kitapların bulunduğu bir yerden bahsetmiyorum. Devlet destekli olarak, kitap satın alabileceğiniz belki kiralayabileceğiniz, merkezi yerlerde kitapçılar olsaydı güzel olmaz mıydı? Belki bu yerler zarar da edebilir ama bir ülkenin gelişimini, vizyonunu direk olarak etkileyecekse buna değmez miydi? Bir ülkeyi görkemli yapıtlar inşa etmek değil, bilinçli toplumlar inşa etmek kurtarır.

Bilgiye çok kolay ulaşılabilen, mutlu bir ülke dileğiyle.

Nasıl asteğmen seçilinebilir?

Soru: Askerlikle ilgili birşey sormak istiyorum..sizin 12 ay yaprığınızı biliyorum neye göre belirleniyor uzun ya da kısa olması? Sınava falan girmemiz mi gerekiyor?

Cevap: Seçilme kısmı biraz şans-kader gibi geliyor. Ben kendi adıma seçim kısmına “kısa dönem” olarak seçtim ve sonuç “uzun dönem” olarak geldi. Bu tamamen senin askere gideceğin dönemde istek olup olmamasına bağlı bir durum diye düşünüyorum.

Eğer “uzun dönem” diye işaretlersen, gitme şansın daha fazla olur. Çünkü asteğmen okulunda birçok kişi zaten gönüllü gelmişti.

Bu arada ben komando asteğmen olarak seçilmiştim. Tuzla Piyade Okulunda, boy kilo oranına bakılarak atama yapıldığı düşünülüyordu. Tam olarak ne kadar doğru bilgidir bilmiyorum ama yaklaşık 900 kişi içersinde şişko ya da çok zayıf görmedim.

Sınav konusuna gelince, ben normal tüm soruları yaptım. Tamamen ona baktıklarını da düşünmüyorum çünkü asteğmen okulunda o sınavdan çok iyi sonuç çıkaramayacak arkadaşlar da vardı. Tavsiyem uzun dönem istiyorsan mutlaka işaretle, kesinlikle etkisi olacaktır.

Umarım istediğin şekilde gidersin. Şimdiden iyi teskereler.

Sadece sevdiğiniz iş’te çalışın!

Yukarıdaki video’yu çok önceden izlemiştim. O zaman da beni çok etkilemişti hala da ne zaman izlesem aynı şeyleri hissediyorum. Gerçekten de biz şuan nasıl bir eğitim alıyoruz? ve neler yapıyoruz? Kendi adıma çocukken hayalini kurduğum bir bölümden mezun olan şanslı azınlıktanım, peki ya puanı yetmediği için farklı bölümlerden okuyanlar? Muhasebeyi hiç sevmiyor iken, puanı Muhasebe bölümüne yettiği için ömrünün sonuna kadar sevmediği işi yapmak zorunda kalanlar…

Sorulması gereken çok doğru bir soru var. “Para olmasaydı ne yapmak isterdiniz?”  aslında “en çok neyi yapmayı seviyorsunuz?” diye de sorabiliriz. Eğer cevabınız şuan yaptığınız işten çok farklı ise, hayatınız mutsuz geçiyor demektir. Her sabah işe giderken, o günün nasıl geçeceğini düşünerek mutlu olamazsınız. Çünkü sizin hayatınız aslında işinizdir. Siz hayatı değil, iş’i yaşarsınız. İş’ten arta kalan zamanı, kazandığınız paralar ile mutlu geçireceğini sanmak, saçmalıktır. Peki ya her gün iş’e mutlu gitseydiniz? kısaca sevdiğiniz bir hayatı yaşasaydınız iyi olmaz mıydı? Doğru, Türkiye‘de özellikle bunu yapmak zor, iş bulamayabilirsiniz, para durumu çok zora sokabilir. Ama şunu da gözardı etmemeniz gerekir ki; siz eğer sevdiğiniz işi yaparsanız o alanda en iyilerden biri olacaksınız. Çünkü siz iş yapmıyorsunuz, sevdiğiniz hayatı yaşıyorsunuz.

Hayat bizi sınamayı sever ve malesef bizim isteklerimiz daima zor olanlardır. Memur olmuşuzdur ama Pilot olmayı hayal etmişşizdir. Bir doktor iken, çiftçi olmayı hayal edenler de vardır. Biz ise bize kolay olanı ve garanti olanı tercih ederiz. Çünkü bize çocukluktan beri öğretilen budur. Hangisi daha fazla para veriyorsa, en iyi odur. Şuan ülkemizdeki Tıp Fakültelerinde okuyanların kaç tanesi doktor olmak istiyordur? Futbol oynamak isteyen kaç tane Mühendis adayı vardır?

Sanırım bugün aramızda olmayıp, sadece hayallerinin peşinden koşup, çok başarılı olan adam, doğru söylemiştir; “Stay Hungry, stay foolish”.

Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamak…

Yanı başında duran saat yine amansızca çalmaya başlamıştı, saat 07:30’u gösteriyordu. Kalkıp hazırlanması için yaklaşık 30 dakikası vardı, alarmı biraz erteleyip 7:40’da kalkmaya karar verdi. Nasıl geçtiğini anlamadığı 10 dakikadan sonra birden yataktan fırlayıp, hızlı şekilde giyinip dışarı çıktı.

Hava hafif kapalı gibiydi, neden montunu almadığını düşünüyordu. Sonra bu ay çok fazla harcama yaptığını düşündü, o ayakkabıyı almasına gerek yoktu, yine de hoşuna gittiği için almıştı. Tüm bu pişmanlıklarının yanı sıra saatte hızla ilerliyordu, yine 10 dakika işe geç kalacaktı. Aslında yaptığı işi de çok sevmiyordu, hiçbir zaman bir muhasebeci olmayı hayal etmemişti. Yanlış planlanan bir öğrenim sonucu, mecbur olarak okumuş ve orta ölçekli bir firmada, orta düzeyde bir maaş almaktaydı. İşinden çok onu, ay sonu aldığı maaş ilgilendiriyordu. Çünkü o maaş sayesinde, geleceğe dair farklı planlar kurabiliyordu.

Önünde kaldırımda yürüyen çiftin yolun sahibiymişcesine yürümesine çok sinirlenerek, iyice yanaştıkta sonra “pardon” diyerek hızlıca yanlarından geçti. İnsanların bu kadar gamsız olmasına hayret edip, kendisi de sevgilisi ile gezerken yan yana yürümeyi tercih ediyordu. Ve her zaman olduğu gibi kırmızı ışıkta yine ona denk gelmişti, geçmek bilmeyen 60 saniye’yi ışıkla beraber saydı.

Yürürken, her sabah olduğu gibi  yine araba almayı düşündü. Sonra MBA yapmak gibi bir düşüncesi vardı. Böylece daha kurumsal firmalarda çalışarak, daha iyi şartlarda yaşayacağına inanıyordu. Aslında onu yaşamaya bağlayan tek şey bu hayallerdi. Sadece 5-6 yıl dişini sıkıp sabretmesi gerekiyordu, sonra herşey düzelecekti.

Şirketin kapısına vardığında saat 08:40 geçiyordu. İçinden o son 10 dakikayı uyumaması gerektiğini geçiriyordu. Asansörü beklemeye başladı, biran merdivenlerden çıkmayı düşündü ama sonra sabah sabah bunu yapmaya üşendi. Biraz daha bekledikten sonra nihayet asansör geldi. Hemen 3. kata basarak, aynaya dönüp saçını başını düzeltti. Dün geç yattığı için bugün kendini çok yorgun hissediyordu. Akşam eve gidip erken uyumayı hayal etti. Haftsonu derbi maçı vardı ve ay sonu da resmi tatil olduğu için rahattı. Yakın ve uzak geleceğe dair beklentileri onu o an mutlu etmeye yetti. 

Arama
RSS
Beni yukari isinla